

Cinsiyete, sisteme, eşitsizliğin sızdığı her şeye, toplumun insana dayattığı tüm rollere karşı bir Frida. Erkek çocuğu olmasını istediğini sürekli dile getiren babasına karşı erkek kılığında bir Frida. Aşkın kadında yarattığı acıya öfkeli ve inadına çok aşık bir Frida.
Onu kelimelerle anlatmak ve tanım cümlelerine sığdırmak imkansız. Ne anlatsak da yetmeyecek onu tanımlamaya ve özü hep eksik kalacak ancak o herkesi bir duygusundan yakalayan bir sanatçı. İçindeki onca kadını ve erkeği cesurca taşıyan ve her kimliğinin sonuna kadar hakkını veren güçlü sanatçı Frida Kahlo’nun 10 sözü ve hikayesi.
“Her şey insandan dışarıya taşmıyor mu, kan, gözyaşı, bulutlar, hatta yaşamın ta kendisi…”
Meksika’da dünyaya gelen Frida, belki de hepimizin gördüğünden daha fazlasını görüyor ve algılıyordu. Onun için dünya yüksek doz acıyla doluydu. Dünyanın içinde barındırdığı tüm adaletsizlikler, kadına biçilen roller, insanlığa dayatılan her mecburiyet… Neresinden tutarsanız tutun, Frida için dünyada mutluluk yoktu ve herkes gibi o da onu savuran her şeye rağmen yaşamak için mücadele ediyordu.
“Resim hayatımı tamamladı.”
18 yaşında bindiği otobüs tramvayla çarpıştı. Birçok insanın hayatını kaybettiği kazadan sağ kurtulan Frida, yatağa bağlı kaldı ve o süreçte çizmeye başladı. Bu kaza onun hayatını sadece değiştirmedi, adeta baştan yarattı. Kendini, çelişkilerini ve iç dünyasını cesurca çizdi Frida.
“Neden yürümek için ayaklarım olsun ki; uçmak için kanatlarım var.”
Üretken olmak onun hayat felsefesiydi. Yatağa bağlı kalması onun kanatlanmasına engel değildi; çizdikçe anlattı, anlattıkça özgürleşti, özgürleştikçe uçtu Frida.
“Ben uçmak isteyip de uçamayan bir kuş gibiydim.”
Çelişkilerle dolu iç dünyasını özetleyen bu cümle, iç dünyasındaki özgür ve güçlü Frida’nın aksine saplanıp kaldığı her duyguya özellikle de büyük aşkı Diego’nun acısına bir atıftı sadece.
“Hayatımda iki büyük kaza geçirdim; biri Diego’ydu ve diğerinde ise bir tren az daha beni öldürüyordu. Diego kesinlikle çok daha yıkıcıydı.”
Hayatının baştan aşağı değiştiren tren kazasının onda bıraktığı acıyla kıyaslıyordu Diego’yu. Büyük bir aşkla evlenen ve Diego’yu şartsız seven Frida, aradığını bulamadı. En yakın arkadaşı ve aslında yoldaşı olarak gördüğü Diego’nun yanında hep yalnız ve acı içindeydi.
“Kendi portremi resmediyorum çünkü çoğunlukla yalnızım, çünkü en iyi tanıdığım insanım.”
Otoportreleri ile meşhur olan Frida için kendini çizmek bambaşka bir anlama geliyordu. O yalnızlıkla savaştığı iç dünyasında, tek tanıdığı şeyi çiziyordu durmadan. Hayatı bölüştüğü tek insan kendisiydi.
“Beni anlamadın demeyeceğim. Beni anladın. Zaten en dayanılmaz acı buydu. Sen beni anladın. Anladığın halde canımı yaktın Diego…”
Birçok ilişki rutininin aksine, Frida, Diego’yu onu anlamamakla suçlamıyordu. Onu tek anlayan insanın Diego olduğunu biliyor ve en çok da buna kırılıyordu.
“Senin sevmediklerini de sevdim ben Diego. Neden sevmediğini anlamak için, onları… sevdim!!! Ya da sevmeye çalıştım… İçimdeki, sana dair olan öfkeyi dindirmek için yaptım belki. Öfkem dinmedi Diego.”
Belki de kendi kadar iyi tanıdığıydı Diego. Kendini anlamak için bile böylesine çabalamamıştı belki de. Zihni, kalbi ve hücreleri Diego ile doluydu. Ona beslediği öfkeyi bile sahipleniyor, sırf ona beslediği için o duyguya bile var gücüyle sarılıyordu.
“İçimde kırk kadın, kırkı da yabancı. Kırkı da öteki…”
Kadına biçilen rolleri reddeden Frida, Diego’nun çocuğunu doğuramadığı için kendinden nefret ediyordu. Ona hayali aracılığı ile doğurdu oğlan çocuğu ile aslında erkek üstünlüğünü içten içe kabulleniyor ama kabulleniyor olmasının altında eziliyordu. Çelişkili iç dünyasını da içindeki kırk kadınla anlatıyordu Frida.
“Ben aşkın, acının ve devrimin kadınıyım.”
Travmalarını, ikilemlerini, hayal dünyasını ve gerçeklerini anlamak imkansız. Herkes onu farklı bir biçiminde yorumlasa da onun için söylenebilecek büyük bir gerçek var. O, aşka ve aşkın getirdiği acıya sonuna kadar sahip çıkacak kadar güçlü ve dünyayı değiştirebileceğine inanan cesur bir devrimciydi.